bugün

entry'ler (78)

sözlük yazarlarının en sevmediği kelimeler

bi 'karar' vermelisin bocuk..

sözlük yazarlarının en son dinlediği şarkı

Ozgurluk sirtindan vurulmus - redd.

kendini kötü hissetme nedenleri

kararsizlik.

sözlük yazarlarının özlediği şeyler

babamla maç izleyip bira içmek
babamla şampiyonluk turu atmak
babamla pes oynamak
babamla pizza mı söylesek köfte mi diye düşünmek
babamla bisiklete binmek
babamla hortumla birbirimizi ıslatmaya çalışırken havuza düşmek
babamla ketçap savaşı yapmak

babamı özledim lan ben
o değil de bildiğin erkek çocuğuymuşum ya ben

the lazy song

yeni alarm muzigim, evet amac uyanmamak

like a prayer

madonna efsanesi

son akşam yemeği

Leonardo da Vinci "Son Akşam Yemeği" isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı...

iyi'yi isa'nın bedeninde, Kötü'yü de isa'nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda'nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı...

Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı.

Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında, korodakilerden birinin isa tasvirine çok uyduğunu fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi.

Aradan 3 yıl geçti "Son Akşam Yemeği" neredeyse tamamlanmıştı, ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı... Leonardo'nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için Leonardo’yu sıkıştırmaya başladı.

Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırımın kenarına yığılmıştı. Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi, çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı. Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler. Zavallı, başına gelenleri anlamamıştı. Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme aktarıyordu...

Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve bu harika resmi gördü. Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi:

- Ben bu resmi daha önce gördüm...
- Ne zaman? diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı.
- Üç yıl önce dedi adam..
- Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce.
O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı,
bir ressam beni isa'nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti...


iyi ve Kötü'nün yüzü aynıdır... Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır...


Paulo Coelho.

tutsana ellerimi

biri giderken arkadan bakan sen oluyorsan, her şarkıda onu anıyorsan, birisinin gülüşünde onun gülümsemesini arıyorsan, sen bırakılmışsın. sen öyle bir bırakılmışsın ki bir daha dönüp bakmaya tenezzül bile etmemiş. yokluğunu hissetmemiş. verdiği sözleri tutmadığını unutmuş. gözleri sana her baktığında yalan söylemiş aslında. seni seviyorum diye bakan gözler herkese öyle bakıyormuş, sen çok abartmışsın. bırakmayacağını söylerken ciddi değilmiş… ama dur sen zaten biliyordun değil mi? bırakmayacağını söyleyen kişi bırakır diye içinden geçiriyordun. ona uzun uzun bakarken her saniyesini beynine kazıyordun bu yüzden. madem gideceksin bir gün gülümsemen benimle olsun, gözlerin hep bana baksın ben öyle hatırlayayım dedin. yanlış yaptığını ancak o gittikten sonraki ilk melodide anladın. çünkü aklına onun bakışından başka hiçbir şey gelmiyordu. kesik hislerle kabarırken damarların, kıvranıyordu ruhun yalnızlığında. acısının gölgesinde dinlenirken bedenin, kalbin hatıralarda, zihninin açık sularında kaybolurdu. saniyesinde başlayan hislerin gözyaşlarıyla sonlanırdı her seferinde. zamanla acının tadı değişmeye başladı; bazen yağmurda ıslanmış toprak kokusuna döndü bazense güneşin eline. saçlarında dolaştı eli. güneşin eli. onun eli. kelimelerin yetersiz kaldığı özlem sohbetlerinde gözyaşları konuştu senin yerine, derin sessizlikleriyle. sustular gözyaşları. akmadılar, akamadılar.

tutsana ellerimi. görmüyor musun? bütün sen’lerimi kaybediyorum.
*** *

karaburun

izmirin yolları çok kötü olduğundan pek bilinmeyen, fakat doyamayacağınız ilçesi. virajlı ve son otuz senedir yenilenmeyen yolları nedeniyle yerli turistin dikkatini çekememiş bu nedenle de guzelliğini korumaktadır dalgakıranda oturup çiğdem çitlemek, bir saat boyunca hiç sıkılmadan "hey jude" şarkısını söyleyebilmek, mavi de devrim abinin nargilesini içmek yada sakızlı kahvesini yudumlamak, bir sakızlı lokum fazla koysun diye başının etini yemek, number one ın fahiş fiyatlrından yakınmak ve sabah akşam durmadan kavga eden fakat çevresine hiçbir zararı olmayan 2 köpeği izlemekten bıkmadığım yer. şimdilerde asmalı mencere ve orada çalışan dünyanın en güzel rastalarına sahip deniz isimli müzisyen garson dikkat çekmekte. kuyucak ta sabah akşam ihale oynağımız ve gün bittiğinde bugünde denize girmeyi unuttuk deyip gülüştüğümüz, ama ertesi gün yine aynı masada ihale oynamaya devam ettiğimiz sevilesi yer..

bu yazıyı goethe yazmış

"lukus hayat" operetinde gecen bir diyalog.
Balo esnasinda riza ve ruhi arasinda gecer. "Goethe yazmis, niye kagit mi bulamamis, ne ince is cikarmis herif yetenege bak..." Seklinde devam eden konusmakari da beraberinde getirir.

mümkün değil

ilçelerinde termik santral istemeyen gerze halkının sloganı
"gerze'de termik mümkün değil"

sözlük yazarlarının hayatlarının fon müziği

şu sıralar zihnimin gerilerinde sürekli hair çalmakta. ama let the sunshine in değil. müzikale adını veren şarkı. en "flow it show it, long as god can grow it my hair" inden. tabi sürekli bu şarkıyı söylüyor ve çevreme de ezberletmiş olmamın gerisinde hayatımın fon müziği oluşu mu yoksa bu şarkıyla yaşayanlara imreniyor oluşum mu yatıyor tartışılır...

ada

zulfu livanelinin ada albumunden yine ayni isimli sarki.

dunyayi guzellik kurtaracak
bir insani sevmekle baslayacak her sey

gibi muhtesem dizelere sahiptir. biraz utopiktir ama yine de guzeldir.

hasan yalnızoğlu

Sultans of the dance in bas danscisi, simdilerde survivorda favorilerdendir.

Dansta bir idoldur. Dans yarismasinda birincilik odulunu elinden alirken cocuklugun da getirdigi heyecanla ellerinin titreme nedenidir.
Dansa baslama hikayesi de ayri bir hostur.
Bir arkadasina destek olmak amaciyla gittigi sultans of the dance secmelerinde, kendisine yonelen secmeler icin mi geldiniz sorusu uzerine hic hesapta yokken, laf olsun diye girer secmelere. Ve arkadasi secilmezken hasan hoca bas dansci olur. Iyi ki de olur.

Ayrica kiz kardesine cok benzer. Camoka roluyle de yardirmistir efenim.

blue suede shoes

'tatlım mavi süet ayakkabılarımdan uzak dur'
şarkı güzeldir güzel olmasına ama gerçekten mavi süet ayakkabılarınız varsa daha bir güzeldir. mavi süet ayakkabılarınızı olduğu yerden alıp insanlardan saklama arzusu dolar içeride..~~

love me tender

uzun zaman sonra ilk defa bütün bir gecenin sadece size ait olması, elvis'li bir gün, koltuğa gömülmek, pikapta 'take me in your heart for it's there where i belong and will never part' diyen ses.. mutluluk, göz yaşları..

ben bu yazıyı sana yazdım

sesim gitti. kısılıyorum gibi ama değil gibi de. sanki ses tonum değişiyor, yabancılaşıyoruz be coni. cebimden çıkardığım iki sakız, biraz bozuk para bir de eski aşklar var elimde. tamamlanmamış nota kağıtlarım falan var. Tozunu özellikle üstünde bıraktığım süs görevi gören gitarım.
sen yoksun ya işte, öyle.

dün çisem’le görüştüm. sonradan aklıma geldi de siz de tanışıyorsunuz, hani senin şu monolog sunduğun seksi ingiliz aksanınla kitleleri peşinden sürüklediğin, oyun sonrası verdiğin konserlerle büyük bir dişi hayran kitlesi edindiğin günlerden.
hepimiz idealist orospu çocuklarıydık o dönem, sonra büyüdük hani.
ben bile nerdeyse on sekiz oldum oğlum, aranızda hep en illegal olma özelliğimi kaybetmekten yaş bunalımına girdim. geçen çocukluk videolarımı izledik annemlerle. annem de hala biz evlenelim istiyo bu arada, dudakların çok güzelmiş öyle diyo. neyse işte, ne kadar mutlu bir çocukmuşum.
beni çok sevmişler coni. hayat doluymuşum, kameranın döndüğü her yerde kahkahalarla gülüyorum o videolarda. sarışın, mavi gözlüyüm orada, o artık ben değilim. onları izledikçe aynı hayat fışkırtısını içimde bulamayıp kayboluyorum. ben yaşlı olmak için çok gencim. daha on sekiz olmadım. sen de yirmi iki oldun. ne çabuk geçti birlikte hayatımız.

işte ikimizin de çok farklı yerlerden tanıdığı birini görünce dün, nerdeydik şimdi nerdeyiz diye düşündüm. hani bizim yollarımız çakışıktı? bir dönem en sevdiğim caz basınla bana basarken şimdi kim bilir kimlere basıyosun. sahil buluyo musun yürüyüş yapabilecek, kim biliyo bütün şifrelerini, bazen silemediğin anıları senin için siliyo, kimler penanı başucunda saklıyo benim gibi.

ben baloncuktan, köpükten bi kızım. çektiğin fotoğraflarda kendi dünyalarımı yarattım. kilometrelerce yeşillik ve uçsuz bucaksız deniz arasında seçim yapamam. günlük bile tutmam ben, açık renk şeyler giymem fazla. göremediğim şeylere inanmam, ama hep başkalarının dualarını taşırım. sigara içmesem de her yerime duman siner gittiğim yerlerde. yazdığım bütün şiirleri unuturum. cildim hayat için fazla hassas. en çok geceleri üşürüm. tarçın sevmem. pek çok garip adam sevdim, hepsinde yanımdaydın. hayallerimi, ihtiraslarımı yeraltı edebiyatına hediye ettim. onlar uğraşsınlar.

saçıma ip rasta yaptım yine. fark ettim ki sen hiç bu halimi görmedin, çünkü saçımın böyle olduğu her dönemde uzaklardaydın. seninle birlikte perspektifimi kaybettim. çünkü önceleri her saniyemi karelerdin, hani ben seni dinlerdim ne dersen de. boston’dan, italya’ya, ingiltere’ye, kapadokya’ya falan giderdik yollara çıkardık hep, gittiğimiz her yere en az bir gitar götürürdük. saçın uzundu, kısaydı. gözlük takardın, takmazdın. arayışa girerdik bulamazdık hani. radiohead dinlerdik, bonobo dinlerdik.
sessizliklerden korkardım hani.


hani bir dönem bana yemek yapardın, bir dönem sadece kinder yerdik delice, bir dönem interrail’deyken bile bana mesajlar atardın, bir dönem ben seni yurt odanda ziyaret ederdim. saat farkı hesaplamaları yapardım bir dönem sadece, seni yolcu ederdim gittiğin her yere, hep bizde kahve içerdik, sen kahveni şekersiz içerdin, sütsüz, sıkıcı sıkıcı. sonra da ataşehir’e dönmenin yolunu arardık bizim evden sabahın dört buçuğunda. bir dönem veda ederdik, ama edemezdik hani.

hani aynı stüdyoyu, aynı müziği, aynı kitabı, aynı yatağı, aynı sigarayı paylaşırdık.

evet bizim yollarımız çakışık.

iyi ki varsın bebeğim. iyi ki benimlesin benle olmasan da. iyi ki doğdun. iyi ki.

where is my mind

ah px ah yaktın beni.
bu şarkı ile yaktın.
tüm anılar geldi geldi geldi.
birikmişim.
yazıyorum yine.
seni ne kadar çok sevdiğimi ve özlediğimi. bilirim okursun.

gürkan oğlu yarın öbür gün görürsün.
seni pek seviyorum.
rüyalarına giren şinitzel oliyim emi??

ah aklım mı?
tam bu şarkıda
tam "With your feet in the air and your head on the ground
Try this trick and spin it, yeah
Your head will collapse
But there's nothing in it
And you'll ask yourself" diye bağırdığım anda.
sizde aklım.
özledim ki ne özledim.

güzel her şey.
ama doğruya doğru, siz olsanız daha da güzel olurdu..

yarın konserde sümük gibi sahne ortasında durduğunuzda böğüre böğüre şarkı söylerken beni de anın
px im son sene son gösteri.. son veda da gelecek sonra.. sonra bitiyor işte istanbul anıları.. ah ah gerçekler.. zor. üzücü biraz.. ben de küçük emrah gibi.. hatırlattıklarıma bak

neyse melankolik kaltağa bağladım...
kestim.

rakatak extrme

candır rakatak. ailecek izliyoruz efenim.

ben bu yazıyı sana yazdım

perde perde sarılmıştı gece ayın üstüne
ay ise bu durumdan rahatsız olmaksızın uyukluyordu gecelerde
el ele tutuşmuş iki bulut arasından
yavaş yavaş süzülürken göz yaşların
bittiğini anladım günlerin
bu son sayfasıydı el üstünde tuttuğum o takvimin.

gülen yıldızların esiriydik
ki yalancı güneşten farksız kandırırdı onlar
çirkin yüzlerini perdelerle örterlerdi
anlamazdı tabii bu genç yaralar
zaman..
bir iki diye seksek oynarken siyah rengiyle üzerimizde
zamanın yapışkan yüzeyine yapıştı sözlerim
sen gittin
ben dur demek istemedim

(bkz: düdüklü tencerem bir iki)